paylaşabilir misin

sen benimle gökyüzünde koşmayı

sen benimle ölürken buluşmayı

paylaşabilir misin

 

güneşi koklayınca çatlayan bir tohumu

ırmağın yüreğinde çiçeklenen yangını

her akşam yalnızlığı uyandıran toprağı

her sabah bir gölgeyi sevindiren yaprağı

paylaşabilir misin

 

sen benimle gökleri paylaşabilir misin

hani salkım saçaktır bulutlarda sevgiler

hani bir turna gibi üryan olunca yürek

bahçesinde umuda kanatlanır serviler

sen benimle yağmurun nefesini

sen benimle tomurcuğun sesini

bir hülyânın dalgın avuçlarında

gölgesini arayan bir kuşun kafesini

paylaşabilir misin

 

her limanda bekleyen benim yalnızlığımdır

her geminin demir attığı yerde

parçalanan kalbin çığlıklarıyla

dağılan kırmızı benim yalnızlığımdır

gemilerin güvertesinden sızan

tayfaların masum bakışlarında

kelepçeler vurulan benim yalnızlığımdır

denizin kollarında uyurken kadırgalar

zıpkınlanan balığın gözlerinde kıvranan

benim yalnızlığımdır

 

sen benimle karanlık gecelerde

alabilir misin avuçlarına

denizin dibindeki bir âteş çiçeğini

sen benimle kumlara gömülmeyi

sen benimle ölürken de gülmeyi

paylaşabilir misin

 

yosunlarda ağlayan yitik bir defineyi

dalgalara tırmanan kalbin çizgilerini

yıldızlara gül kokusu taşıyan

kaptanları ağlatan aşkın ezgilerini

paylaşabilir misin

 

rıhtımları  kıskanan benim ayrılığımdır

karaya çıktığında vurulan her askerin

kanıyla ıslanan benim ayrılığımdır

kurşunlanan deniz fenerlerinin

kapanan gözkapakları ardında

acıların heykelini yontan el

benim ayrılığımdır

sen benimle rüzgârı tutuşturan alevi

kasırgayı, tayfunu, suları yutan devi

paylaşabilir misin

 

benim ruhum kuşların öldüğü ânda biter 

senin ruhun kuşları öldürürken dirilir

benim ufuklara baktığım yerde

yorgun savaşçılar seferden döner

senin her umudu yıktığın yerde

içimizde yanan kandiller söner

 

şimşekler susunca tükenir sesin

bulutlar tutunmuyor kanlı kirpiklerine

sen bir yanardağı sevecek kadar

mavi değilsin

martılardan, mürekkep balığından

suları sevmeyi öğrenmelisin

 

 

adımların öylesine karanlık

bana doğru yürüdüğün her sabah

ansızın akşam olur

senin o kızıl dudaklarında

unuturum çiçeklerin adını

artık duymalısın uykuda bile

kervanları gördüğün mesafeden

çöllerin feryâdını

 

benim intizârımdır çölde kum fırtınası

bedevî bir infilâktır susuzluk

her serâbın ortasında bunalan

her Mecnûn yüreğinin beyaz kıvrımlarında

Leylâyı arayan benim intizârımdır

hani bir âhûnun can damarından

kelebekler uçar sılâya doğru

hani arslanları avlayan bir yiğidin

bir vahşînin pençelerinde solan

karanfili güvercindir ansızın

kelebeğin kanadında büyüyen

güvercinin renklerinde uyuyan

benim intizârımdır

 

sen benimle bir yılan derisini

bir akrebin gözlerinde ölümü

bir zakkum türküsünü

bir kaktüsün süsünü

paylaşabilir misin

 

sen benimle kumlara gömülmeyi

sen benimle ölürken de gülmeyi

 

 

hani mum ışığında gölgeler de gariptir

evlerin duvarında gezinir çâresizlik

ağıtlar parçalanır içimizde köz gibi

bir yudum suya bile karışır da hüznümüz

incecik bir perdedir mutluluk, yanar gider

bilmez misin ki, umut bir kuştur konar gider

çoğalır kuşkuları tuzağa düşenlerin

hani bir ısırgandır güzel yüzlü han kızı

örümcek yuvasına bırakır ellerini

gergefinde lâleye benzetir âhımızı

 

sen benimle mevsimlerin ardında

kımıldayan bir ihtilâl gülünü

paylaşabilir misin

Samerrâ’da hû çeken dervişin sızısını

Hâkan Sarayı’nda bir alınyazısını

İstanbul’da uyuyan devlerin rüyasını

Erzurum’da hümâ kuşunun yuvasını

Tanrı Dağları’nda çiğdemin sevdasını

paylaşabilir misin

 

sen benimle gökyüzünde koşmayı

sen benimle ölürken buluşmayı