Ey Su

Ey su

yâdımızda yalnızlık resimleri

geçiyoruz gölgeler arasından

ağlamak bir kasırgayla geliyor ötelerden

kimsenin bilmediği esrar yumaklarını

çözmek için destanlara yürüyen

elçileriz anılar ülkesinde

 

ayak izlerine söyleyemedim

ayaklarımın nasıl tutuştuğunu

toprağa benzer yanlarım var mı benim

biraz ürkek bakıyorum; ruhumda nabzın

bir de bulut gözlerin uyanırken her sabah

büyülü maviliklerde

saçlarıma düşmekten utanan damlaların

karanfil kokusuymuş gözlerin perde perde

 

titremeler sarıyor içimi, karıncalar

ufacık adımlarla gezerken yüreğimde

bakıyorsun çöl sarısı yüzüme

kaçmak istiyorum, kapanıp da ağlamak

cüzamlılar vadisine

 

 

 

birkaç serçeyi, birkaç tarla kuşunu

kanatlarında ahımı taşıyan ankayı

karanlığın parmağında acıyla ışıldayan

yüzüğünü yalnızlığımın

yalınayak yürüdüğüm taşlarda

beliren can parçalarını

anlatmak istiyorum

 

uzak bir ülke oluyorsun yeryüzünde

aşılmaz sıra dağlar şimdi bakışların

gizli tebessümlerinden kurtulup kahrın

tutmalıyım ay ışığı saçlarını ansızın

 

söyleyemediğim ne varsa kuşların kanatlarına

çakıl taşlarının sessizliğine dair

biriktirip dudaklarında unutulmuş çeşmelerin

kah insanların yüzlerine bakarak penceremden

kah inleyen rüzgara bırakarak kendimi

yuvasını bulamayan aylak sürüngenleri

orman güzellerini, yemyeşil denizleri

atların yanık türkülerle dalgalanan

mahmur yelelerini

eritip içimin odalarında

toprağa damlatıyorum

ey su 

erguvan mevsiminin ölümsüz

gözü kara fedailerini hatırlayıp

en gizli alfabesiyle baharın

taş plaklarda kalan sessiz sevdalarını

sana anlatıyorum

şimdi küskün bir pervane gibi

ıssız köşelerde dönüp duruyor

sen ey unutulmaz güzeli rüyaların

masallardan bize kalan resimler

hangi ırmaklardan gelir biliyor musun

sen hangi damarlarından geçersin ki çiçeklerin

gözlerin pasını silen gül sağanağıdır evrenin

 

 

ne zaman yalnız kalsam ayrık otları içinde

bir hayalin ölümüne tanık olsa düşlerim

haykırmak geçiyor içimden inleterek kelimeleri

işaretleri kan rengine boyayarak

anlatmak geçiyor sana ve insanlığa

mahşerin yaklaşan ayak sesini

 

yüzündeki çamuru bile bazen

silmeyen bir heykeldir zaman

sen yoksun ey su

nihavent şarkılarda geçmişini arayan

tepenin kollarında

 

görebilseydin nasıl tutuyorum perçemlerinden

ağlatıyorum gün ortasında akşamı bekleyen

aldatılmış iklimleri

hüzne meydan okuyan vurulmuş süvarileri

dizginlerinde intikam büyüyen atları

nice aşıkların uzayan gövdesinde

gezinen yer altı tutsaklarını

 

senden, bereketinden, berraklığından mahrum

ne zaman içimden bir şeyler geçse

ey su

zamanı aldatan çığlıklarımın

anlatmak istiyorum kuraklığına

senin o yemyeşil, gökyüzü işlemeli

çağından mahrum